Kendini Tanı

Kendini tanı, böylece evreni ve başkalarını tanıyacaksın.

Yıllar önce katıldığım bir seminerde kulağıma fısıldanmıştı bu söz:

“Kendini tanı, böylece evreni ve başkalarını tanıyacaksın.”

Delphi’deki Apollon tapınağının girişinde yazdığı söylenir. İnsanlar bu tapınaklara kendini tanımak, kim olduğunu anlamak ve kendileriyle karşılaşmak için girerlermiş. Oradan çıktılarında ise kendilerine karşı bir zafer kazanarak çıkarlarmış. Günümüzde ise durum tersine dönmüş durumda. Biz kendimize karşı değil, dış dünyaya karşı bir zafer kazanma peşindeyiz. Sanki bize o gün ters bakan çalışma arkadaşımıza haddini bildirmezsek dünya yıkılacak ya da evde yemek yoksa ne yiyeceğiz diye soran eşimize sert bir cevap vermezsek içimizde kalacakmış gibi davranıyoruz. Aslında bunlar bir kaçış noktası. Kendimizden kaçtığımız her yerde iç benliğimiz bize cee-ee diye göz kırpıyor. Çünkü görülmeyi o kadar bekliyor ve bizden bir gözkırpış için kendini o kadar paralıyor ki ne yapacağını bilmez bir durumda köşede bizi bekliyor.

Sahi ne olacak bu işin sonu sizce? Biz kendimizi tanımak için ne zaman çaba göstermeye başlayacağız? Bakın ne zaman tanıyacağız demiyorum, ne zaman tanımaya başlayacağız, diyorum. Çünkü buna cesaret etmek bile oldukça zor bir başlangıç noktası bizim için. Ve Kendini tanımaya nereden başlayacağını bilememek de önemli bir handikap. O halde beklenen soru gelsin:

Kendimizi Tanımaya Nereden Başlayacağız?

Ben de bu soru üzerinde uzunca bir süre düşündüm. Yazmanın benim için bir çıkış noktası olduğunu farkettim. O nedenle de yazmaya başladım. Belirsizce yazmak, yazmak ve yazmak, parmakların koparcasına delicesine yazmak. Yazmak eyleminin en sevdiğim yönlerinden biri de arada kimsenin olmaması ve sizi kendinizle karşılaştırması. İşte o noktada hiçbir yalan yok, aman kimseyi kırar mıyım yok, en güzeli de elalem çetesi yok. Bir masanın başındasın ve karşında yine sen var. Karşılıklı oturmuşsunuz ve hasbihal ediyorsunuz. Bundan daha güzel bir karşılaşma var mı? Hani en sevdiğin arkadaşınla oturmuşsun ve ona içini döküyormuşsun gibi harika bir his gelip yerleşiveriyor gönlünün en güzel köşesine. İşte orada bütün karanlıklar çıkıyor aydınlığa. Başlıyor tüm birikmişler bir bir ağzından dökülüvermeye. Neredeydin, nerede kaldın diye hesap sormalar, daha neler neler…

Hakikaten neden bu kadar geç kalıyoruz kendimizi tanımaya ya da daha doğru bir ifadeyle kendimizi tanımaya en azından başlamaya? Bu kadar mı korkuyoruz kendimizi tanımaktan? Ben söyleyeyim: İçimizdeki saklı hazineyi görmekten korkuyoruz, o büyük gücü görmekten ve onunla bir olup tüm dünyayı değiştirme gücümüzden korkuyoruz. Ama dostlar eğer bu gücü kullanmayı reddedersek olacaklar çok net. Önümdeki birçok örnekte de gördüğüm gibi hastalanmaya, sararıp solmaya, hayattan zevk almamaya başlıyoruz. Yani kısacası yavaş yavaş ölüyoruz. İşte bunun önüne geçmek için yapacağımız en önemli şey o kritik kararı vermek: Kendimizi tanımaya bir yerden başlamak. Başla, harekete geç ve sonrasında göreceksin ki durdurulamaz olacaksın. Buna inan.

Benim için de bu yolculuğa çıkmaya karar vermek kolay olmadı, başlamaya karar vermek ise beni tetikleyen şey oldu.

Kendinizi tanıma yolculuğunda sizlere eşlik etmek için ben buradayım. Gelin beraber yolalım ve o eşsiz yolculukta yanyana yürüyelim.

Görüşmek üzere.

Sevgi ve saygılarımla,

Ayça

 

Koçlukla ilgili makalelerimi okumak istersen buraya tıkla

Instagram hesabımı takip etmek için tıkla